Ana içeriğe atla

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nda Bir Kahraman



Siyah Kuğu Sakinlerine....

Ferit Aysan Eğitim Parkı’ndan gönüllümüz Firuze Duygu Çalışkan’ın hikayesini aşağıda sizlerle paylaşıyorum. http://www.gonulluturkiye.org/ adresini ziyaret etmenizi öneriyorum.
Sevgiler



Aslında gönüllü olmak demek zaten anlatılması değer bir hikayeye sahip olmak demektir. Zamanını gezmek, eğlenmek, aylaklık etmek ya da kendine ayırmak yerine; sadece gönlünü yanına alarak hiçbir karşılık beklemeden bir şeyler ortaya koymaya, küçücük de olsa bir şeyleri değiştirmeye inancı olan bir kişinin onu oraya getiren anlatılası ve dinlenesi bir hikayesi muhakkak vardır.
Benim hikayem ise hem çok yeni hem de çok eski. Hikayemin kayıt altına alınması yeni sayılacak bir tarihte 2009’da Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV)’na adım atmamla başlıyor. Aslında bu tarih, içimdeki gönüllüyü masaya yatırdığım ve sistematik bir hale getirmeye başladığım tarih. Gerçek tarih o kadar eski ki. Belki her şeyini memleketinde geride bırakıp göç eden bir ailenin torunu olduğum belki de tek çocuk olmanın o kendine has şımarıklıklarını yaşamamı istemeyen bir anne-babanın çocuğu olduğum içindir; ama hayatta paylaşmanın önemi ailem tarafından her daim hissettirilmiştir bana. Belki de bu yüzden daha ben henüz sekiz yaşındayken meydana gelen Erzincan depreminin ardından sınıf arkadaşlarımdan para toplamış, bağış yapabileceğim bankaların listesini gazeteden öğrenmiş ve bir sınıf arkadaşımla birlikte kendimi banka müdürünün odasına atmıştım.
Banka müdürünün yüzündeki ifade ardan 20 yıl geçmesine rağmen hala aklımdadır. Küçük farkların büyük değişimler yarattığını Atatürk örneği ile görerek büyüyen bir çocuk oldum. Atatürk, her daim küçük farklar yarattı. Sonra o farklar bir araya gelerek o kadar büyük değişiklikler haline geldi ki 20. yüzyıl dünyası bu dahi adam tarafından şekillendirildi. Hayatımda bu küçük farkların gün gelip büyüyeceği inancını hep yaşadım. Bu bazen bir ortaokul öğrencisi olarak düzenlediğim ağaç dikme kampanyası, bazen etkinlikler, bazen de tek seferlik gönüllü çalışmalar oldu. O ağaçlar okulu o kadar güzelleştirdi ki yıllar geçtikçe! Bugün okulumun yanından o bahçeye imrenerek geçenlerin kulaklarına o minik bahçede 12 yaşındaki bir kız çocuğunun parmağı olduğunu söyleseler şaşkınlık yaratır herhalde. Hayatta yaşadıklarınız, yaptıklarınız, gözlemleriniz ancak doğru zamanda doğru şekilde bir araya geldiğinde ve siz de onları kullanma yetisi gösterebildiğiniz an anlamlı oluyor. İçimdeki gönüllüyü keşfetmem de işte böyle bir anın sonucu oldu.
Yurtdışında yüksek lisans çalışmalarımı sürdürmekte olduğum sırada tez danışmanım ile görüşme saatlerimin yetersizliğinden şikâyetçiydim. Danışmanımın hayatında çok fazla şey vardı, her şeye çok koşuşturuyor ve hiçbir şeye odaklanamıyordu bana kalırsa. Bir gün bu durumu konuşurken danışmanımın her hafta sonu üç saat gönüllü çalışma yaptığını öğrenmiştim. Hatta tatil zamanlarını dahi gönüllü çalışma gün ve saatleri şekillendirmekteydi. Ona bunun zor olduğunu düşündüğümü çünkü çok yoğun olduğunu ve zamanının ciddi bir bölümünü bu çalışmaların aldığını söylediğimde ise tam bir gönüllüden beklenecek yanıtı aldım: “Ben bütün haftamı, o hafta sonundaki üç saat için yaşıyorum. Beni o almadan vermenin hazzını yaşadığım üç saat önce deşarj ediyor sonra da haftanın yükü ve koşuşturması için hazırlayıp şarj ediyor.” Yüksek Lisans çalışmalarımı tamamlayıp yurda döndüğümde, ben de böyle sistematik bir gönüllü çalışmaya dahil olmak istedim. Araştırmalarım sonucu bana en yakın gördüğüm TEGV’de gönüllü olmak için başvurdum. Başvurdum diyorum; çünkü TEGV’in Adım Adım Gönüllülük Prosedürü’nü tamamlamadan kurumda gönüllü olarak çalışmaya başlayamıyorsunuz. Öncelikle vakfı tanımak için 2 saatlik bir Vakıf Tanıtımı alıyorsunuz. Bu aşama, aslında sizin vakıfla tanışmanız ve devam edip etmeme kararınızı sorguladığınız ilk adım. Daha sonra başka bir tarihte bir tam gün süren İletişim Eğitimi alıyorsunuz gönüllüğe giden yolda. Bu eğitimi her TEGV gönüllüsü almak zorunda. Zira bu eğitimde çocuklarla nasıl iletişim kuracağınızı, onların yaş gruplarına göre belli başlı özelliklerini ve çocuklarla karşılaşabileceğiniz zor durumların üstesinden gelmenin yöntemlerini öğreniyorsunuz.
Sonraki aşama ise TEGV’de Öğrenme Yaklaşımları ve Modelleri Eğitimi (TÖYME). Çocuklara etkinlik verirken kullanılacak yöntemleri biraz da eğitim bilimine dokunarak alıyorsunuz bu eğitimde. Bu eğitim de bir hafta sonu iki tam gün sürüyor. Daha sonra da TEGV’de vermek istediğiniz etkinlik özel bir eğitim gerektiriyorsa bir hafta sonu da onu alıyorsunuz ve gönüllü olarak çocuklarla etkinlik gerçekleştirmeye hazır oluyorsunuz (tabi ki materyal vb. destek ile). Ben aslında etkinlik vermek istemiyordum, sadece gönüllü çalışma yapmak istiyordum ve kurumsal kimliği nedeniyle TEGV’i seçmiştim. Bu nedenle TEGV’deki gönüllülük çeşitlerinden biri olan ofis gönüllüsü olmaya karar verdim. Sadece ofis gönüllüsü olmak istediğim için de gönüllülük yapabilmem için vakıf tanıtımıyla birlikte iletişim eğitimini almam yeterliydi. Ben de öyle yaptım.
Eğitimimi tamamlar tamamlamaz ofis gönüllüsü olarak çalışmaya başladım. Ofiste gönüllü olduğum ilk günden itibaren TEGV bünyesinde yer alan personelinden gönüllüsüne herkes tarafından o kadar sıcak karşılanmıştım ki. Bu ortamdan etkilenmemek elde değildi. Gönüllü olarak çalıştığım eğitim parkı sadece kitaplarda adını duyduğum bir ütopya gibiydi. Herkes birbiriyle elindeki herşeyi paylaşıyor, hiçbir şekilde ast üst ilişkisi gibi bir durum yaşanmıyor, insanlar birbirlerini statülerine göre değerlendirmiyor, çocuklar gönüllülere ağabey/abla diye hitap ediyor, çocuklar ders yerine etkinliğe giriyor; ama hiç kimse saygıda kusur etmiyordu. Ofiste çalıştığım bir esnada vakıf personeli olan bir arkadaşım aniden yanıma geldi ve “Duygu, çok ciddi bir durum var” dedi. 2 saat sonra bir okul grubu etkinlik için gelecekti ve etkinliğe giremeyecek olan gönüllüler nedeniyle çocukların etkinliğinin gerçekleşememesi durumu vardı. Benden yardım isteyen arkadaşıma sadece “ben çocuk sevmem ki” diyebildim; ama tabi ki yardım ettim. İyi ki de etmişim.
O dönem hemen TÖYME eğitimimi de alıp gönüllülük prosedürünü tamamladım ve ofis gönüllüğünün yanında tam 4 adet etkinlik aldım. Çocuklara verdiğim etkinliklerde sadece onlar benden bir şeyler almadı. Ben de o kadar çok şey öğrendim ki onlardan. Sabretmeyi öğrendim. Dinlemeyi; bir lafı yorum yapmadan, gerçekten o lafı anlamayı isteyerek dinlemeyi öğrendim. Rol model olmanın sorumluluğunu öğrendim. Bir insanın sorumluluğunu öğrendim. Ağaç yaşken nasıl eğilir öğrendim. Basit olabilmeyi öğrendim. Bir çocuğun yanınıza gelip “Ben bir gün Duygu Abla olmak istiyorum” demesinin sorumluluğunu taşımayı öğrendim. Öğretmenin ille de öğretmenlik yaparak değil; yolgöstericlik yaparak da gerçekleşebileceğini gördüm. Benden çok daha az yaşamış, akademik olarak çok daha az bilgisi olan çocukların nasıl dahice sorular sorabileceğini öğrendim. O çocuklardan öğrenebilmeyi öğrendim. En önemlisi de daha insan olabilmeyi öğrendim.
TEGV bünyesinde o kadar çok etkinlik verdim ki. Şöyle bir dönüp baktığımda iki yüzden fazla çocuğun hayatına değmişim. Onlara kah teknoloji okur-yazarlığı öğretmişim, kah matematik ve feni genç mucitler atölyesine taşımışım, kah spor yaptırmışım, kah kendilerine bir iç yolculuğa çıkarmışım, kah bahçeye çıkarıp deney yaptırmışım. Çocukları keşfederken aileleriyle de tanıştım; gözlemlerimi aktardım, elimden geldiğince çocuklara ve ailelerine yardımcı oldum. Verdiğim etkinliğin üzerinde bir yıl geçmesine rağmen beni gördüğünde teşekkür eden çocuklar; çocuklarındaki olumlu farkı hissettiğini söyleyen ve beni cismen tanımadan önce ismen tanıdıklarını belirten aileler ise en büyük ödülüm oldu bu süreçte. Bir de bana teşekkür eden ve beni seven çocuklar.



TEGV bünyesinde çocukları eğitmenin yanında 2 yılı aşkın süredir ise gönüllülere, o her gönüllünün almak zorunda olduğu İletişim Eğitimi’ni veriyorum. 500’den fazla gönüllüyü eğitmişim bu iki yılda. Aynı zamanda özel bir şirkette de çalışmaktayım. Şimdi ise etrafımdakiler benim vaktiyle hocama sorduğum soruyu soruyor bana. Ben de onlara aynı cevabı veriyorum: “Ben bütün haftayı hafta sonunda vereceğim o eğitim için yaşıyorum”. Çünkü ben eğitim parkının o kapısından içeri girer girmez tüm titrleri, tüm sıfatları, tüm maddi karşılığı kapının dışında bırakıyorum. Çünkü biz orada konuşmaya “sen hangi okuldan mezunsun, nerede çalışıyorsun, nerede oturuyorsun?” soruları yerine “hangi etkinliği veriyorsun?” diye başlıyoruz. Çünkü ben biliyorum ki orada bulunan herkes de gönlü en az benim kadar büyük bir insan. Çünkü biz gönüllülerin alacağı tek karşılık suya sabuna dokunur bir iş yaptığını ve fark yaratabildiğini görmektir. Bu karşılık size uzun olan gönüllülük sürecinden keyif almayı aslında zor zamanlarda da sabretme gücünü verir. Hafta sonları tüm gün süren eğitimleri sevdiklerinizle kahvaltı etmek yerine bu sabır sayesinde alırsınız; eğitim vermeye gittiğiniz Eskişehir’in soğuğuyla, Ankara’nın ayazıyla bu sabır sayesinde arkadaş olursunuz. Sizin gözünüzdeki o eğitim ışığını gören iş arkadaşlarınız şehir dışına eğitime gideceğiniz zaman seferber olur sizi o son otobüse yetiştirmek için. Arkanızdan el sallayan o iş arkadaşlarınız, cesaretinize cesaret katar o yolda emin adımlarla yürümeniz için. O gözünüzdeki ışık onlara anlatır çünkü yaratılan farka onların da ortak olduğunu. Onlar da inanmıştır çünkü o ışığa. Sonunda bir işe yarayacağı, küçücük de olsa yaratacağınız farkın kartopu etkisiyle bir çığa dönüşebileceği inancıyla baharın ilk pazarını sevdiklerinizle geçirmek yerine etkinlik için harcar ve iyi ki yapmışım dersiniz. Bu inanç aslında sevdiklerinizden de rahatça fedakarlık istetebilendir size. Benim hikayem resmi olarak 3 yıl önce başladı; asıl başlama tarihini ise gerçekten bilmiyorum. Zaten tarihlere de inanmıyorum.




Gelecek ne gösterir şartlar nasıl gelişir bilinmez; ama şunu biliyorum ki ben ve benim gibilerin hikayeleri asla bitmez. Çünkü kişinin içindeki gönüllü asla ölmez! O gönüllünün yapacakları ve yapmak istediklerine olan inancı hiç azalmaz hep çoğalır! O yüzden daha yüzlerce eğitilecek çocuk, yüzlerce kazanılacak gönüllü var. Benim gönüllü olarak daha çok yapacaklarım var!




Ben de bir TEGV'in bir parçası olmaktan her zaman gurur duyuyorum .Gönüllü bir arkadaşımın bu hikayesini de sizlerle paylaşmak istedim.
"Bir Çocuk Değişir,Türkiye Değişir"
Kucak dolusu sevgiler,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

O o bir Türklerin Emile Zola'sı, O..o bir müzmin bekar , O kadın naturalisti...

*18 Ağustos 1864 doğumludur.Babasından etkilenmemiştir.annesine ise çok düşkündür. Annesi o dört yaşındayken veremden ölmüş ,bunun üzerine teyzesinin evine Aksaray'a yerleşmiştir. *Annesinin veremden ölmesiyle beraber evhamlı biri olur.Hatta Ahmet Mithat Efendi'nin kızını kendisiyle evlendirme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü süresince evlenmez.Refik Ahmet Sevengil'in neden evlenmiyorsunuz sorusuna odasında bir nefese dahi tahammül edemediğini ,sinirli olacağını hatta bu sebeple misafirlikte bile kalmadığını dile getirmiştir. *Kadınların arasında uzun yıllar yaşadığı için onlardan etkilenmesi şüphesiz.Örgü ve tentene örmesi,reçel pişirmesi,evini bir kadın gibi titizce temizlemesi onun bu yönünü doğrular. *Sanat için sanat mantığından ziyade sanat toplum için yapılır görüşünü savunmuştur.Türklerin Emile Zola'sı diye bilinir öğretisel naturalizm akımında.'Deneysel Roman' Sadece belli bir kesimi anlatmaktansa halkın günlük hayatı üzerine yazmayı hedefle

Güzel İnsanlar Biriktirmişim,

Bugün bir huysuzluk vardı üzerimde.Gece de uyuyamamışım.Sabah gözümü bankanın mesajıyla açtım.Sağolsunlar,bugün şerefine,alışveriş edeceğim noktalardan ne alırsam üç katı fazla puan vereceklermiş.Ben ise ihtiyacım olmadıkça alışveriş etmeyi seven bir tip olmadığımdan bu mesaj bana yaramadı.Sağolsunlar yine de sağır sultandan önce doğum günümü kutlama lütfunda bulundular. Annem bugün  benim için  hazırlık yaparken  neli pasta  istediğimi sordu.Ben de beş karış suratla yapmamasını söyledim.Dedim ya ,doğum günüm benim için tam bir mutluluk kaynağı değil.Hatırlanmak,kutlanmak güzel şeyler.Sadece yanağıma iki öpücük ve seni seviyorum demeleri yeterli...Yoksa insanların benim için yorulmalarını istemiyorum.Hele hele oruçluyken...Ama annem bu...Koca kazık olmama rağmen tüm gününü mutfakta geçirme pahasına da olsa birbirinden leziz 4 çeşit yemeği yetiştirdi,üzerine bu moloz yığını düşmüş gibi duran bezmin bir kıza doğum günü pastası yaptı.Masayı da kurdu bir güzel...Gık bile demedi..Öyle

Cemal Süreya ,Keyif Sanat Kahvesi'nde

Camında Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı şiiri yazılıdır.Uşak'ın farklı ,özgün ,kültür sanat çalışmalarının  yapıldığı ,sahiplerinin de sıcak ,sanatsever oldukları aşikar;) Keyif Sanat Kahvesi'nde şiir okuma akşamlarımız başladı malum.Ben tabi ara ara kaçak olsam da ,her gittiğimde aldığım keyfi size anlatamam. Şiiri bu akşamlar sayesinde sevdiğimi itiraf etmeliyim.Bazı zaman ruhsuz okuyan arkadaşlarımın okumasından keyif almasam da ,onların şiire karşı duyarlılığı ,zaman geçtikçe okumalarında çaba sarfettiklerini görünce,bu tür ince şeylere önem verdiklerini  düşününce mutluluğum artıyor aslında.Bu yüzden bu açıdan bakınca tahammül edebiliyorum. düşünün,önceden şiir yazıp şiir okumayan,bildiği şiir ikiyi geçmeyen kişiyken şimdi başka şairler tanımak için çaba sarfediyor,sevdiğim şairlerin kitabını bizzat alıyorum. Ama şiir yazmıyorum artık !!! Boyumun ölçüsünü aldım,şiir yazmak ne kadar kolay görünse de zor zanaat ,bunun farkına vardım:-))) Sanırım iyi de o